Oysa sen, ben...



Bütün kusmuklarım daki temalarım  yorulmuşluk mührü basarken.
Söylemlerimdeki her bir kelimemi gelişi güzel serpiştirdim arsız yalanlarıma öznesel bütün olguları silerken, gizlisinde takılı kaldı yaşanmışlıklarım .
Hasat zamanı geçmiş, tarla içindeki korkuluk gibi  yersiz ve hissiz baka kalmak gibi bir şeydi hayata tutunma çabası , “bir şeydi” bütün bahçelerden  muaf  bırakılıp olumsuzluklar içinde kaybolmama neden  ve “bir şeydi” damarlarımda sinsice dolaşan, akıl odalarımı kilitleyen, adımlarıma zincir  vuran
Ve son “bir şeydi” sessiz sedasız ölümlerimde iliklerime kadar ızdırapla acı çektiren.
Akıcı yoğunluktaki ölümlerin, kalıcı hissizliklerin ,  yapmacık ve aptal boş bakan gülüşlerin  her birinin bileşkesi bir yerlerimde eksi değerlerin doğrultusunda hep ters orantıda ivme kazanırken, kazanıyorum sanırken kaybetmek demekmiş.
(Çöp konteynır larına atılmış bütün kalp kırıklıklarımın  bir koleksiyonu var, küçük kalp odalarımın duvarını süsleyen.)
Dengesiz denklemlerin tutarsızlığı ,   sağlamasında çıkan sonuçsuzluğun sonucundaki kırık not suçluluğunu   ve hala korkak çocuk yüreğinin kamburu var sırtımda.  İstisnaların kaideyi bozduğu zaman dolaylarında her bin yılda bir bebek  doğar, doğan her bebek lekeli  ölür.
(Lekeliyim ama hala yaşıyorum)
Oysa sen…
Kırk gün kırk gece sür üflenmiş kavmin günahlarından kaçmak için kurban ettikleri  sevaplarındaki vicdan azabısın.
(Aslında sevap sandıkları günahlarının bir neticesisin.)
Oysa sen…
Kaideyi bozan istisnalar zincirlemesindeki bebeğin  kaderindeki kirli lekesin.
Oysa sen…
Şizofren gecelerimdeki kalp sızım, beynimdeki tümör  ve  uykulu gecelerimdeki uykusuzluk hapımsın…
Sen!
Kaderimin kanserli yanısın…
Oysa ben…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

bi dakka