-Mesela bazı şeyler unutulmuyor.






(Hangi sıradan günün lanetidir bilmiyorum)

-hatırlıyorum, birbirimize  dokunuşlarımız da ki  o ürpertiyi. Bakışlarımızı birbirimizin gözlerinden kaçıracak cehennem arıyorduk, o an cehennemin yedi kat dibinde yanmak bu utangaçlığımızı ancak dindirebilirdi ve biz o an cehennemin yedi kat dibindeydik (sevgilim).

 Gölgelerimizi saklayacak vaktimiz yoktu, birazdan kıyamet kopacak yalanına kendimizi inandırmış ve geriye kalan son nefeslerimiz. Son bir otobüs, yalnız kalınmış bir semtin durağından geçiyor, yetişmek için adımlarımızı hızlı hızlı atarken nefeslerimiz kesiliyordu, belki konuşmaya çabalıyorduk,  hem boş ver sözler kimin umurundaydı, biz kendi cehennemimiz de yanıyorduk.

Göz bebeklerinin uzay boşluğunda kayboluyordum, kocaman bir boşluk bu kadar mı tapılası olur, inancımı yitirmeye sebebiyet kocaman  bir boşluk.  Farkındamıydın bilmiyorum, beyaz teninde hicrete çıkmış terler süzülüyordu zambak kokuları ile, bütün yaşanmışlıkların en sahici şahitleriydi onlar, inkarı şirk koşacak kadar büyük bir günahın.

İrkilmiş bir sessizliğin notaları yükselmeye çalışıyordu, biraz acı ( belkide çok acıyordu ). Konuşmuyorduk.

bir iki damla kan...

Gözlerindeki uzay boşluğu nedensizliğin kavramını yapma telaşı içinde, nedensizliğin hiç bir açıklaması yoktu.

Kan teninde masumiyet ile intihar ediyor ve  bir şeytan dans ediyor, piç kurusu gölgelerimiz bunu izliyor.
Bu cinayete yardım ve yataklık eden dağınık oda af dilendiği tanrısına yalvarıyor, martılar ağlıyor, bir genç iki sokak ötede sigarasını yakıyor, bir ambulans siren sesleri ile gecenin karanlığına neşter vuruyor, itler havlıyor, bir fahişe pazarlık yapıyor.

Bütün bunlar olurken sen ölüyorsun sen ölürken bilmediğim bir yerde bir bebek doğuyor.

Özür dilerim, bazı şeyler unutulmuyor.








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

bi dakka